◄ Geri

"Entel Sosyal Medya"

Kitap okumak, insanın kendisiyle baş başa kaldığı, kelimelerin içinde kaybolup düşüncelere daldığı kişisel bir deneyimdir. Ne var ki, 1000Kitap gibi platformlar bu samimi deneyimi bir sosyal medya gösterisine çevirmekte ısrarcı. İnsanlar; kitapları raflardan indirip zihinlerine yerleştirmek yerine, onları beğenilerle sınırlı bir dünyaya hapsediyor. Paylaşılmayan, beğeni almayan ya da sanal bir kütüphanede sergilenmeyen her kitap, sanki hiç okunmamış gibi hissettiriliyor.

Ekranlarda dönen sahte hayatların yalanlarından kaçıp kitaplara sığınan insan, bu kez kendini alıntı avcılığı yaparken buluyor. Sayfaları çevirirken yaşanan o sessiz coşku, yerini “Hangi cümleyi paylaşırsam daha çok dikkat çeker?” kaygısına bırakıyor. Artık karakterlerle değil, metnin içinden çıkarılıp paylaşılacak etkileyici alıntılarla bağ kuruluyor. Kısacık bir cümleden onlarca anlam üretip hemen paylaşmak için adeta bir yarış içerisine giriliyor.

Bir de buldukları sözleri paylaşınca kendilerini gizli bir hazineyi keşfetmiş gibi sunan ekip var. O kitabı senden önce milyonlarca kişi okudu, o sözleri binlercesi sevdikleriyle paylaştı. Sen tanımadığın rastgele gruplara paylaşınca ne değişiyor? “Ben çok okuyorum, derin anlamlar çıkarıyorum, yani entel ve farklıyım.” imajı mı yaratıyorsun? Vay be, ne büyük iş! Kapağında böcek fotoğrafı olan bir kitabı millete göstere göstere okumakla, ekran başında hashtag’lerle “Ah insan ilişkileri, vah insan ilişkileri” diye sayıklanıp durmak arasında herhangi bir fark göremiyorum ben açıkçası.

Neyse, hadi bir bakalım profiline. Diyelim ki 80 kitap listelenmiş. Peki ya oturup bir iki saat sohbet etsek, o kitaplardan geriye ne kalır? Birkaç ezber alıntı, “Çok derindi, bayılmıştım” gibi boş yorumlar ya da başka popüler kişilerin incelemelerinden çalınmış cümleler. Başka pek bir şey kalmıyor, zira mesele kitabı sindirmek değil, ne kadar çok okuduğunu ispatlamak. Çünkü bu sistem, okuduğunu anlamaktan çok göstermeyi ödüllendiriyor. Beğeni veya takipçi sayısıyla entelektüel derinlik arasında sahte bir bağ kurularak insanların kitapları yaşaması yerine onları sergilemesi isteniyor. Kendini sosyal medyada “bakın ne okuyorum!” diye pazarlayıp duran bir insanın her gün Starbucks’a gidip hikayesinde kahve paylaşan ya da sırf gönderi atmak için farklı mekan veya etkinliklere giden Instagram kölelerinden hiçbir farkı kalmıyor.

Üstelik kitaplar bile sosyal medyanın algoritma çöplüğüne düşmüş durumda. Platformlar, en çok alıntılanan ya da herkesin dilinde olan "havalı" kitapları öne çıkarırken, az bilinen bir klasik gözden kaybolup gidiyor. Bu bir kültürel kayıp değil de nedir? Eğer derdin bir şeyler kazanmaktan çok çevrenden kabul görüp kendini kanıtlamaksa sen de o popüler kitabı okuyorsun. Aldığın beğeniler ise “ben de sizdenim” diye bağırmanın bir yoluna dönüşüyor.

Oysa gerçek okur, kitabın sayfalarında sessizce kendine bir dünya kurar. Onu ne bir yarış ne bir vitrin ilgilendirir, elindeki kalemle notlarını sadece kendisi için karalar ve bitirdiğinde içindeki huzuru ya da karmaşayı kimseye ilan etmez. Okumak; işte böylesine yalın, gösterişsiz ve güçlü eylemdir. Kültür, beğeni sayısıyla ölçülecek kadar sığ değildir.

12 Mart '25